28 Ağustos 2016 Pazar

Kirli Ağustos (Çok şükür ki göz kapaklarımızı yakmadık)

Efendiiiiiiim, günler haftaları, haftalar ayları kovaladı -neyse ki aylar yılları kovalamadı- ve ben bir türlü yeni bir yazı ile karşınıza çıkamadım. Size karşı ciddi anlamda mahcubum ama esasen en çok kendime karşı mahcubum. Tek tesellim, her şeye rağmen hâlâ "yeni yazılarını bekliyorum!" diyen sadakat timsali dostlarımın bulunması. Ve tabii benim de hâlâ yepyeni yazı fikirleriyle dolu bir zihnimin olması!

Açık konuşmak gerekirse bugün yayımlayacağım yazı yeni bir yazı değil. Geçen yıl ne akla hizmetse, hani bir umut aklıma gelenleri uzatmadan kısa kısa yazıp yayımlarım diye açtığım Tumblr sayfasında yayımladığım bir yazı. Ne yazık ki böyle bir yazı tarzının -yani böyle kısa kısa gündelik yazılar yazmanın- bana pek de uymadığını ve ille de olabildiğince uzun ve "derin" yazılar yazmak dışında fazla seçeneğim olmadığını anladım ve sayfayı kapattım. Hepi topu 15 yazı yazmıştım oysaki. (15 de az değilmiş yahu! Biraz daha zorlasam FOB kadar olacakmış.) Neyse efendim, sonuç olarak anlatmak istediklerimi, yazmak istediklerimi içimde biriktirmeye ve "bir gün yazacağım!" şiarıyla beklemeye devam ediyorum. Aşağıdaki yazıyı özel olarak yayımlamak istememin sebebi ise ağustos ayının bitti bitecek olması. Ağustos üzerine keyfe keder yazılan bu yazıya yazık olmasın, hiç hoşuma gitmeyen şu "2016 yazı yazısız geçmesin" diyerek ufak bir hile hurda işine kalkışayım dedim. Yakın bir arkadaşımın doğum günü vesilesi ile yazılan bu yazıyı, söz konusu dostum Donut'uma, 2014 ve 2015 yazının sevimliliğine, talihsizliklerle dolup taşmış 2016 yazı gibi bir yazı bir daha ASLA yaşamamak ve şahane bir 2017 yazı görmek umuduna armağan etmek istiyorum. (Sevimliliğe ve umuda yazı armağan edilir mi yahu?!) Sevgiler.


Ağustos 2015

"Sizlere Yüzyüzeyken Konuşuruz ile karşılaşma hikayemi anlatmak istiyorum.
Yağmurlu bir İstanbul günüydü. Şimdi böyle deyince hafif yağmurlu romantik bir gün aklınıza gelmesin; şu “bardaktan boşanırcasına” diye tabir edilen bir yağmur çeşidi var ya bildiğiniz ondan yağıyor. Aylardan da ağustos olması lazım. Uzun süredir görmediğim bir arkadaşımı bir güzel bekletmişim. Sucuk gibi de ıslanmışım ayrıca. Onunla beklettiğim mekânda bir kahve içiyoruz, kesmiyor bir de çay içiyoruz, yine kesmiyor gel diyorum günü hemen bitirmeyelim bir kahve daha içelim. Gel diyen benim ama beni başka bir mekâna götüren de arkadaşım bu arada. Beni tatlı mı tatlı, ciciş mi ciciş bir kahveciye götürüyor. Türk kahvelerini içip fallarımıza da baktıktan sonra (şu anda tövbeliyim ama bakmıyorum artık fal falan!) duyuyorum o şarkıyı.   Ben sana benimle gel demedim ki!  Amanın bu da ne?   Ben sana benimle gel demedim ki    N’aptınız siz kardeşim?   İstedim sadece hiçbir yere gitme    Hobarey, gitmesin kimse bir yere cidden!   Aynı cümleyi kurup aynı şehre bakarken; gideceksen şimdi git güneş doğarken    O sırada saat akşam altı ya da yedi olmalı ama sonuçta bu durum şarkının “vay arkadaş film mi çekiyoruz burada ki siz duruma uygun fon müziği çalıyorsunuz?!” etkisini zerre azaltmıyor. İstiyorum ki hiç kimse gitmesin ama bunu kendim dâhil hiç kimseye söyleyemiyorum. Neyse, o gün bitiyor; eve gidiyorum. Neymiş bu şarkı, kimmiş bunu söyleyen diye bakıyorum ve o sırada Yüzyüzeyken Konuşuruz ile ilk kez karşılaşıyorum.




O günden sonra “Gel Demedim ki” dışında Yüzyüzeyken Konuşuruz’un başka bir şarkısını dinlemiş değildim. Yine bir ağustos ayında (bu senenin ağustosu, yani aradan bir sene geçmiş) arkadaşın doğum gününü kutlamak için gittiğimiz mekânda hiç utanmadan “Gel Demedim ki”yi istek parça yapmam üzerine -ki kendimi inanılmaz havalı hissetmiştim- doğum günü çocuğu sevgili arkadaşım beni başka bir Yüzyüzeyken Konuşuruz şarkısı ile tanıştırdı. “ 'Çay Demleyecek misin?’i de istesene Pınar!” Şarkının adının “Ateş Edecek misin?” olduğu gülüşmelerle anlaşıldı ve “Gel Demedim ki?”nin ardından  ♫ Ateş Edecek misin?  çalındı.  Beni bu kentte tutan Boğaz’ı değil geçmişimdir; sen nasıl gidiyorsun hep merak etmişimdir?  Olamaz yine bir 'gitmek' sözü geçiyor.  Rahatsız ediyorum ama çiçeğe su verdin mi; evet bunun için aradım başka ne olabilir ki?  İnsanın böyle sudan bir şey için telefon edip boyunun ölçüsünü alası geliyor. (Yüzyüzeyken Konuşuruz ile ikinci karşılaşmam sayılabilecek bu şarkı ise bana artık hep BFF’imi hatırlatacak, selam olsun!)


Son olarak da sanırım iki gece önce ders çalışırken “Dur” dedim “bu grubun bütün şarkılarını bir dinleyeyim hele!” Şarkıdan şarkıya atlarken karşıma çıkan şarkılardan biri beni ciddi şaşırttı, zira şarkıda adım geçiyordu! İlk kez Pınar’lı bir şarkı duyuyordum. İkinci bir şaşkınlık sebebi ise aslında bu şarkıyı arkadaşımın doğum günü mekânında da dinlemiş olmam. Sözlerine dikkat etseydim adımı da duyacaktım demek ki. Pınarlar hep böyle işte, umursamaz ve soğuklar, n’aparsınız.
  "Bak n’olursun dinle beni gitme sana muhtacım!”
“Peki ben bana muhtaç adamı ne yapayım?”
Pınar bunu deme n’olursun! Beni dinlemeden gitme pişman olursun!”   
Yani her Pınar da bunu demez, korkmayın, o kadar da değil.
Yüzyüzeyken Konuşuruz ile karşılaşmalarım bu şekilde. Burada paylaştığım şarkı ise grubun isminin geçtiği (Yüzyüzeyken Konuşuruz ne güzel bir grup ismidir!) “Senede Bi’kaç Gün” şarkısı. Bu şarkı ile ilgili özel bir hikayem yok “seni seviyorum ama bunları yüzyüzeyken konuşuruz!”
Yazı dışı not: 2015 ağustosundan sonra Yüzyüzeyken Konuşuruz'u neredeyse hiç dinlemedim desem yeridir. Ancak şunu ifade etmem gerekir ki alternatif Türk müzik gruplarını ilgiyle takip ediyor ve dinliyorum! Özellikle oldukça ilginç adlara sahip olmaları kalbimi ayrıca feth ediyor! (Bu grup dışında Halimden Konan Anlar, İkiye On Kala ve Yok Öyle Kararlı Şeyler'i örnek olarak verebilirim.) Yüzyüzeyken Konuşuruz ifadesi bana hep şöyle bir diyaloğu çağrıştırıyor ve tez zamanda böyle bir repliği kullanmak için bana can attırıyor:
- X konuşmamız lazım.
- Ne söyleyeceksen telefonda söyle!
- Telefonda olmaz, yüz yüze konuşmalıyız. Bilirsin, bazı şeyler sadece yüz yüzeyken konuşulmalıdır. (Neler diyorum ben?!)
- HOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOFFFFFFFFFFFFFF!!!! (Kapattı)
- Saat ikide Beşiktaş'taki... hey? AMA AMA YAPMA BUNU YAPMA! (Bu son iki repliği montajda atamaz mıyız kaptan? Hey, kaptan?!)
Yazı dışı not 2: Yüzyüzeyken Konuşuruz'un bilumum şarkılarını bu yazı vesilesiyle bir daha dinleyeyim dediğimde karşıma grubun yepyeni ve şahane bir şarkısı çıktı. 



 ♫ Belki öptüm, belki sevdim, belki senden bahsettim
Ne fark eder? ♫ (Fark etmiyor hakikaten de yahu)
♫ Bi' sabah uyandım yoktun arandım yoktun hâlâ bulamıyorum ♫ (Aramakla bulunmuyor ki kardeşim.)

2 yorum:

  1. her ne kadar yazıdan çok şarkı olsa da severek okudum.ve özlemişim okumayı.yazmaya devam..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çokçokçok teşekkür ederim <3
      Daha güzelleriyle gelmek niyetindeyim kısmetse, bakalım :)

      Sil