10 Nisan 2012 Salı

İz Bırakanlar Unutulmaz

"Belki yarın gidecek
Bir anı gelecek başka bir anının yerine.

İnsan bazen ağlamaz mı bakıp bakıp kendine. "
Edip Cansever


Senelerdir dilbilim dersleri alıyorum. Dilim varmıyor ama dilbilim benim için artık küllenmiş bir sevda -en azından eskiye kıyasla. Fakat geçen dönem aldığım derste, uzun zamandan sonra ilk kez ilgimi çeken bir konu karşıma çıktı, tabii konunun ilgimi çekmesinin nedeni bilimsel değil tamamen duygusaldı. Zaten şu siteye azıcık göz atanlar, hiç de akademik birikime sahip bir insan olmadığımı şıp diye anlayacaklardır. O nedenle de burada tutup da dilbilim makalesi yayınla(ya)mayacağımı tahmin etmek hiç de zor değil. Ancak bu yazının çıkış noktası olan ve de beni binbir türlü duyguya gark eden dilbilimsel konuyu da burada kısaca anlatmak lazım geliyor, kusura bakmayınız.

İlhamım olan wanna contraction başlıklı konunun meselesi şu imiş: Bilmeyenler olabilir diye söylüyorum, lütfen benim uzman bir dilbilimci yahut İngilizce öğretmeni filan olarak caka sattığımı düşünmeyin -ki değilim de zaten-, "wanna" kelimesi "want + to" (istemek) kalıbının kısaltılmış şeklidir. Normal şartlar altında bu şekilde kısaltılabilen bu kalıp, nedense bazı cümlelerde birleştirilemiyormuş. Hemen somut örnekler verelim:

What do you wanna eat? (Ne yemek istiyorsun?) -Eyvallah, sorun yok.
Who do you wanna see? (Kimi görmek istiyorsun?) -Mesele yok.
*Who do you wanna dance? (Kimin dans etmesini istiyorsun?) -İşte burada bir yamukluk var.

Peki ne demeye son cümlede böyle bir yamuk çıkıyor. Hadi şöyle dense anlarız:

"*I wanna Hüsamettin dance." (Hüsamettin'in dans etmesini istiyorum.) cümlesinde bir yamukluk vardır zira cümlenin aslı "I want Hüsamettin to dance."tir. "Eeee napalım yani?" diye sormayın, iki bilimsel kelam edelim, azıcık kendimizi profesör hissedip avunalım dedik şurada- bakın yazımı da bilimsel bir dille yazılmış akademik makale çizgisinden kaydırdınız, eyvahlar olsun. Neyse Hüsamettin demiştik, gördüğünüz gibi cümlenin aslında "want" ile "to"nun arasında Hüsamettin var, "want" ve "to"yu iki dost, iki sevgili, iki kardeş ya da iki her neyse gibi düşünürsek, Hüsamettin'i de bu zavallıların kavuşmasını engelleyen bir kara kedi filan gibi düşünebiliriz.
Dolayısı ile, aralarında Hüsamettin bulunan "want to"lar, maalesef birleşip "wanna" olamıyorlar. Fakat "Who do you wanna dance?" cümlesinin aslı olan "Who do you want to dance?" cümlesinde görünürde herhangi bir Hüsamettin yokken, neden kavuşamıyor bu sevenler? İşte arkadaşlar, kalbimi pare pare eyleyen zurnanın zırt dediği yere de burada geliyoruz millet, biz göremesek de orada bir Hüsamettin var aslında. Burada da, İngilizcenin Türkçeden farklı soru sistemi devreye giriyor:

"Who do you want to dance?" soru cümlesi aslında "You want who to dance?" olup, İngilizcedeki "wh movement" yani "wh ile başlayan soru kelimelerinin yer değiştirmesi" meselesi ile "Who do you want to dance?" haline gelmiştir. (Şu anda Çin işkencesi çekenler kaleye mum diksin. Ya da gidip bana yiyecek bir şeyler de hazırlayabilirsiniz.) Sözün özü, her ne kadar "who" kelimesi yer değiştirmiş de olsa, cümlede "who"nun izi kalmıştır. O nedenle de "want" ile "to" birbirine kavuşamamaktadır. Şöyle de gösterilebilir:

"Who do you want __ to dance?" İşte burada "want" ile "to" nun arasında gördüğünüz boşluk, orayı terkedip giden "who" nun bıraktığı boşluktur, dilbilimsel olarak söyleyemek gerekir ise "who"nun izidir. "Who" adeta "want"un eski sevgilisi gibidir, "want"u bırakıp gitmiştir ama izini de bırakmayı ihmal etmemiştir alçak, bu nedenle de olan "want"u delice seven "to"ya olmuştur.

Buraya kadar güç bela bu yazıyı okuyanlardan şu soruyu bekliyorum: "Yahu tamam da duygusallık bunun neresinde l*n? Kafayı bir şeyle bozmuşsun sen belli, belli!!!" İkinci cümle soru olmadı ama idare edin lütfen. (Takıntılısın sen Pınar, takıntılı!!!!!!!) Açıkçası bu konuyu derste işlerken, aklım biz çeşitli insanoğullarında iz bırakanlara gitti. Nice insanlar hayatımızdan gelip geçiyor, nice olaylar vuk'u buluyor. Diyoruz ki hepsi "geçti gitti", "giden gitsin kalan sağlar bizimdir", "biri gider biri gelir", "yaşananlar unutulur" falan fıstık da; işin aslı acaba gerçekten öyle mi? Her giden, naçizane fikrime göre tabii, hayatımızdaki önemi ölçüsünde bir iz bırakarak gidiyor. Kötü günler de öyle aslında, çekilen acılar geçiyor da, acı çekmiş olmak geçmiyor. "Var olan hiçbir şey yok edilemez" prensibince, hayatımıza giren çıkan insanlar ve anılar da yok olmuyor. Anılar, hiç düşünmediğiniz bir anda pat diye karşınıza çıkıp sizi yemeden içmeden kesebilirken; iz bırakan bütün o insanlarınsa yeri asla doldurulamıyor, tıpkı arada hiçbir şey yokmuş gibi gözükmesine rağmen "want" ile "to" nun bir araya gelememesi gibi. Çünkü biz o insanların artık gittiğini ve yerlerine rahatlıkla yeni birilerini koyabileceğimizi zannederken, aslında gidenlerin bıraktığı izleri hiçe sayıyor ve "iz bırakanların da unutulmayacağını" unutmuş oluyoruz.

Sonra işte yenileri geliyor, kimi isteyerek kimi istemeyerek, fani dünyanın değişmez bir kanunu olarak, sonunda hepsi gidiyor. Hepsi ayrı bir iz bırakıyor, anılar bahçesinde üşümek gitgide daha da sıcak oluyor, bunaltıcı oluyor, yorucu oluyor. Sonra da kimileri kalbini kapatıyor, kapılarını sürgülüyor falan filan.

Kusuruma bakmayın şu ara, birini unutmanın tam tersi neyse onu yapıyorum çünkü.

Bu yazı da nereden nereye geldi, çözebilene aşk olsun.
Hörmetler,
Pınar. (Mektup tadında da bitirdik yazıyı, çok iyi oldu, çok da güzel oldu.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder