28 Ağustos 2009 Cuma

Sevdiğiniz kişi ve sizi seven kişi asla ama asla aynı kişi olmaz. (C. Palahniuk)

AŞIRI  DUYGUSALLIĞIN BÜNYEYE BAŞLICA  ZARARLARI

     
  • Aşırı duygusal bir kişilikseniz asla sevginizin tam karşılığını alamadığınızı düşünürsünüz. Çünkü bütün duygularınızı içinizde o denli coşkuyla yaşarsınız ki karşı taraf sizin gibi aşırı duygusal bir kişiliğe sahip değilse her zaman tek taraflı seversiniz.
  • Sevdiğiniz de nefretiniz de çok ama çok yoğundur. Hiçbir şeyi asla “normal” düzeyde sevemezsiniz. Aşırı duygusal’ın sözlüğünde “orta düzey” e yer yoktur zaten.
  • Yok yere, olur olmaz insan ve nesnelerle aranızda duygusal bir bağ oluşturursunuz. Karşı tarafın bundan, ya sizinle gerçekten bir alakası olmadığından ya da cansız olduğundan, haberi yoktur elbette.
  • Hesapladığınızda hayatınızın yaklaşık ⅓ü gibi bir kısmını ağlayarak ya da ağlamaklı bir şekilde takılarak geçirdiğinizi fark edersiniz.
  • Her başarısızlık sizin için ayrı bir duygusal çöküntüdür; zira hedefinizle aranızda duygusal bir bağ oluşmuştur bile!
  • “Orta düzey duygu bağı” gibisinden bir durum söz konusu olamayacağından, “aşk-nefret” temalı ilişkiler yaşamınızın odak noktasını oluşturur.
  • Bir şarkıyı yüzlerce kez kesintisiz dinleme ve dinlerken boş durmayıp ağlama gibi çok “mühim” bir hobiye sahip olursunuz! 
  • İnsanlar sizin sadece sulu göz ve “narin” yapıda biri olduğunuza inanır yalnız siz sadece “duyarlı” olduğunuzu iddia eder durursunuz.
  • İzlediğiniz ya da okuduğunuz bir şeyi genellikle kendinizi tamamen vererek ve tabii ki belli başlı karakterlerle duygusal bağlar oluşturarak takip edersiniz. Bu yüzden de sinirinizin sık sık bozulması gayet olağandır.
  • Kendi sulu gözlülüğünüzden ve “duyarlılığınız”dan yakınırken aynı zamanda insanların ne kadar duygusuz ve umursamaz olduğundan dem vurursunuz.
  • Âşık olduğunuzda herkesten daha fazla delirirsiniz.
  • Âşık olduğunuz kişiden çok “aşk ve âşık olma” konseptinden hoşlanırsınız.
  • İnsanların haberi olmadan onlarla küser küser barışırsınız. En ufak bir hareketten dünyanın anlamını çıkarırsınız.
  • Yemeklerle aranızda her an bir duygusal bağ oluşturabilirsiniz.
  • Alıngansınızdır. Gerçekten.
  • Kalabalık içinde rahat edemezsiniz. (En azından film izlerken)
  • Doğa manzarasına, yağmura, PARİS’e, kalp şeklindeki ıvır zıvırlara, duygusal filmlere, utangaç tiplere ve karşılıksız aşklara dayanamazsınız.
  • Ömrünüzün önemli bir bölümünü hayal kurarak geçirirsiniz.
  • Yaranız deşildiğinde hüngür hüngür ağlarsınız ki sizde o yaralardan bol bol bulunur zaten.
  • Sürekli melankoliye bağlarsınız.
  • İnsanlara duygularınızı anlatmakta gerçekten zorlanırsınız çünkü normal duygusallıkta birinin anlamasının zor olduğu yoğun duygular içindesinizdir. Onları kelimelere dökmekte zorlanırsınız.
  • “Duygusal”a bağladığınızda çekilmez olursunuz! Onun dışında genelde iyi bir arkadaşsınızdır.
  • Genellikle kararsızsınızdır çünkü kararlarınıza her zaman duygularınız karışır!
  • Her şeyi “romantize” etmekte kimse elinize su dökemez.
  • Çevrenizdeki insanların da sizin gibi olduklarına inanma eğiliminde olduğunuzdan sık sık hayal kırıklığına uğrarsınız. Zaten sizin gibi hayalperest bir insana da bu yakışır.
  • Ayrıca çevrenizdekileri kırmamak için binbir takla atabildiğiniz gibi bir hareketinizle onları kolayca kırmak yeteneğine de sahipsinizdir. (Alınganlık demiştik, değil mi?)
  • En kötüsü de durumunuzdan çok şikayet etseniz de “aşırı duygusallığınız”la aranızda çoktan bir duygusal bağ oluşturmuş olmanızdır!
    Evet dostlar, bir arkadaşım(!)dan esinlenerek yazdığım bu yazıyı umuyorum ki beğenirsiniz. Elbette herkesin kendine göre bir duygusallığı ve içinde yaşadığı birtakım duyguları vardır; ama bazımız nedense böyle fazla duygusal olabiliyoruz. Yukarıdaki maddeler bir genellemenin değil, sadece ufak bir karakter analizinin ürünüdür.

20 Ağustos 2009 Perşembe

Bir hikâyeyle başladı herşey


Haruki Murakami: On seeing the 100% perfect girl one beautiful April morning

Güzel bir nisan sabahı Tokyo’nun meşhur Harajuku semtinde %100 mükemmel kızın yanından geçtim.
Doğruyu söylemek gerekirse o kadar da güzel değildi. Hiçbir şekilde göze çarpmıyordu. Kıyafetlerinde de herhangi bir özellik yoktu. Saçları ise yataktan yeni kalkmış havası veriyordu. Genç de değildi üstelik- otuz yaşlarında olmalıydı,doğrusu ona “kız” bile denemezdi.Fakat işte 50 metre öteden biliyordum: O benim için %100 mükemmel kızdı. Onu gördüğüm an göğsüme bir çarpıntı ağzıma ise çölü andıran bir kuruluk geliverdi.
Hepinizin muhtemelen favori tipi vardır- ince bilekli kızlar, büyük gözler ya da göze çarpan tırnaklar. Ya da herhangi bir neden yokken her öğün için özel zaman harcayan kızlara kapılırsınız. Elbette benim de kendi tercihlerim var. Bazen kendimi bir restorantta burnunun şeklini sevdiğim için yan masadaki kıza bakarken bulurum.
Fakat hiç kimse %100 mükemmel kızın favori tiplerimle alakası olduğunu iddia edemezdi. Burunlarla ne kadar ilgiliysem, o kızın burnunun şeklini hatta bir burnu olup olmadığını bile o kadar hatırlayamıyorum. Kesin olarak hatırladığım tek şey onun öyle şahane bir güzellik falan olmadığı. Çok tuhaf.
“Dün sokakta %100 mükemmel kızın yanından geçtim” dedim birine.