20 Ağustos 2009 Perşembe

Bir hikâyeyle başladı herşey


Haruki Murakami: On seeing the 100% perfect girl one beautiful April morning

Güzel bir nisan sabahı Tokyo’nun meşhur Harajuku semtinde %100 mükemmel kızın yanından geçtim.
Doğruyu söylemek gerekirse o kadar da güzel değildi. Hiçbir şekilde göze çarpmıyordu. Kıyafetlerinde de herhangi bir özellik yoktu. Saçları ise yataktan yeni kalkmış havası veriyordu. Genç de değildi üstelik- otuz yaşlarında olmalıydı,doğrusu ona “kız” bile denemezdi.Fakat işte 50 metre öteden biliyordum: O benim için %100 mükemmel kızdı. Onu gördüğüm an göğsüme bir çarpıntı ağzıma ise çölü andıran bir kuruluk geliverdi.
Hepinizin muhtemelen favori tipi vardır- ince bilekli kızlar, büyük gözler ya da göze çarpan tırnaklar. Ya da herhangi bir neden yokken her öğün için özel zaman harcayan kızlara kapılırsınız. Elbette benim de kendi tercihlerim var. Bazen kendimi bir restorantta burnunun şeklini sevdiğim için yan masadaki kıza bakarken bulurum.
Fakat hiç kimse %100 mükemmel kızın favori tiplerimle alakası olduğunu iddia edemezdi. Burunlarla ne kadar ilgiliysem, o kızın burnunun şeklini hatta bir burnu olup olmadığını bile o kadar hatırlayamıyorum. Kesin olarak hatırladığım tek şey onun öyle şahane bir güzellik falan olmadığı. Çok tuhaf.
“Dün sokakta %100 mükemmel kızın yanından geçtim” dedim birine.
“Öyle mi?” dedi “Güzel miydi?”
“Pek sayılmaz”
“Senin tipin o halde?”
“Bilmiyorum. Onun hakkında hiçbir şey hatırlayamıyorum ne gözlerinin şeklini ne de göğüslerinin ölçüsünü.”
“Tuhaf”
“Evet,tuhaf.”
“Herneyse” dedi konuşmadan şimdiden sıkılmış bir şekilde “Sen ne yaptın? Onunla konuştun mu? Onu takip ettin mi?”
“Hayır. Sadece sokakta yanından geçip gittim.”
O doğudan batıya doğru gidiyordu bense batıdan doğuya doğru. Gerçekten de güzel bir nisan sabahıydı.
Keşke onunla konuşabilseydim. Bir buçuk saat yeter de artardı bile : Ondan kendini anlatmasını ister, ona kendimi anlatır ve de -asıl söylemek istediğimi söylerdim ona- bizi 1981 yılının güzel bir nisan sabahında Harajukunun bir sokağında karşılaşmamızı sağlayan kaderin ne kadar anlaşılmaz olduğunu anlatırdım. Bu kesinlikle sımsıcak sırlarla dolmak olurdu, tıpkı eski bir saat kulesinin dünyayı huzurla doldurması gibi.
Konuştuktan sonra bir yerlerde yemek yerdik belki de bir Woody Allen filmi izlerdik. Sonra bir otelin barına kokteyl içmeye giderdik. Belki de şansım yaver gider ve kendimizi yatakta buluverirdik.
Olasıklar kalbimin kapısını çalmıştı.
Şimdi aramızdaki mesafe 15 kilometreye indi.
Ona nasıl ulaşabilirim? Ona ne söylemeliyim?
“Günaydın küçük hanım. Bir buçuk saatinizi küçük bir sohbete ayırmayı düşünür müydünüz?”
Çok saçma. Tıpkı bir sigortacı gibi konuşmuş olurdum.
“Afedersiniz, buralada bütün gece açık olan kuru temizleme olup olmadığını biliyor musunuz acaba?”
Belki de basit gerçeği söylemeliydim. “Günaydın. Benim için %100 mükemmel kızsınız.”
Hayır, buna inanmazdı. İnansa bile benimle konuşmak istemeyebilirdi. Üzgünüm ,derdi, ben sizin için %100 mükemmel kız olabilirim belki ama siz benim için %100 mükemmel erkek değilsiniz. Evet böyle diyebilirdi. Ve ben kendimi muhtemelen paramparça olmuş bir durumda bulurdum. Bu şoku asla atlatamazdım. 32 yaşındayım ve yaşlanmak diye buna denir.
Bir çiçekçinin önünden geçtik. Küçük,ılık bir hava dalgası tenimi okşadı. Asfalt nemliydi ve ben çiçek kokusunu alabiliyordum.Bir türlü onunla konuşmaya cesaret edemiyordum. O beyaz bir kazak giyiyordu ve sağ elinde yalnızca bir pulla damgalanmış bir zarf tutuyordu. Demek ki birisine bir mektup yazmıştı, uyku dolu gözlerinden anlaşıldığına göre bütün geceyi yazmakla geçirmiş olmalıydı. Bu zarf onun şimdiye kadarki bütün sırlarıyla dolu olabilirdi.
Birkaç adım daha attım ve döndüm. Kız kalabalığın içinde kaybolmuştu.
Şimdi elbette ona ne söylemem gerektiğini tamamen biliyorum. Çok uzun bir konuşma olmasına rağmen benim için hiç de uzun olmayacaktı. Aklımdaki düşünceleri açıklamak hiçbir zaman kolay değildir.
Herneyse. Bu konuşma “zamanın birinde” ile başlar “üzücü bir hikaye sence de öyle değil mi?” ile biterdi.
Zamanın birinde bir erkek ve kız yaşarmış. Erkek 18 yaşında kız ise 16 yaşındaymış. Erkek pek yakışıklı değilmiş kızın da göze çarpan bir güzelliği yokmuş. Tıpkı diğerleri gibi sadece sıradan yalnız bir erkek ve sıradan yalnız bir kızmış bu ikisi. Fakat bütün kalpleriyle dünyada bir yerlerde kendileri için %100 mükemmel erkek ve %100 nükemmel kızın yaşadığına inanırlarmış.Evet,onlar mucizelere inanırlarmış. Ve bu mucize gerçekleşmiş.
Bir gün birbirleriyle bir sokağın köşesinde karşılaşıvermişler.
“İnanılmaz.” demiş çocuk “Seni hayatım boyunca aradım. Belki buna inanmayacaksın ama sen benim için %100 mükemmel kızsın.”
“Ve sen” demiş kız da ona “ her ayrıntısıyla benim için %100 mükemmel erkeksin,tıpkı düşlediğim gibi. Rüya gibi bir şey bu.”
Bir parkın bankında oturmuş, elele tutuşmuş ve saatlerce birbirlerine hikayelerini anlatmışlar. Artık yalnız değillermiş. %100 mükemmel eşlerini bulmuş ve onlar tarafından bulunmuşlar da. %100 mükemmel eşi bulmak ve bu eş tarafından bulunmak ne güzel bir şey! Bu bir mucize, kozmik bir mucize.
Oturup konuşurlarken, nasılsa, küçük, küçücük bir şüphe kalplerine düşüvermiş: Bir insanın rüyası gerçekten bu kadar kolayca gerçek olabilir mi?
Ve böylece, bir dakikalık bir sessizlikten sonra, çocuk kıza demiş: “Gel kendimizi sınayalım-sadece bir kez. Eğer gerçekten birbirimizin %100 mükemmel sevgilileriysek, o halde bir gün, bir yerde, muhakkak karşılaşacağız. Ve bu olduğunda, birbirimizin %100 mükemmel eşler olduğumuzu bilip hemen orada evleneceğiz. Sence?”
“Evet” demiş kız “bu kesinlikle yapmamız gereken şey.”
Ve böylece ayrılmışlar, kız doğuya çocuksa batıya doğru yol almış.
Üzerinde anlaştıkları bu sınav,aslında, tamamen gereksizmiş. Bu sınavı asla denememelilermiş çünkü onlar hakikaten birbirlerinin %100 mükemmel sevgilileriymiş ve onların bir kez bir araya gelmiş olmaları bir mucizeymiş. Fakat onların birer genç olarak bunu bilmeleri imkansızmış. Kaderin soğuk, umursamaz dalgaları onları gaddarca birbirinden ayırmış.
Bir kış mevsiminde, hem kız hem çocuk mevsimin amansız gribiyle yataklara düşmüş ve haftalarca ölüm kalım savaşı verdikten sonra yakın geçmişteki hatıralarını kaybetmişler. Uyandıklarında, zihinleri D.H.Lawrence’un kumbarası kadar boşmuş.
Onlar iki parlak ve azimli genç insanmış, böylece çabaları sayesinde topluma uyumlu bir şekilde yaşamak için gereken bütün bilgileri ve duyguları yeniden öğrenebilmişler. Tanrıya şükür, onlar tren yoluyla seyahat etmesini bilen ve postaneden mektup yollamayı becerebilen vatandaşlar olmuşlar. Aslında, tekrar aşkı bile yaşamışlar, bazen %75 hatta %85 oranında tecrübe etmişler onu.
Zaman inanılmaz bir hızla akmış ve çocuk otuz iki kızsa otuz yaşına gelmiş.
Bir güzel nisan sabahı, Tokyonun Harajuku semtindeki aynı dar sokakta, güne başlamak için bir fincan kahve ararken, çocuk batıdan doğuya, kızsa bir mektup yollamak niyetiyle doğudan batıya yürüyormuş. Sokağın orta yerinde birbirlerinin yanından geçmişler.
O benim için %100 mükemmel kız.
O benim için %100 mükemmel çocuk.
Fakat hafızalarından kalanlar çok zayıfmış ve zihinlerindekiler on dört yıl önceki gibi net değilmiş. Tek bir kelime etmeksizin, birbirlerinin yanından geçip kalabalığın içinde kaybolmuşlar. Sonsuza kadar.
Üzücü bir hikaye, sence de öyle değil mi?
Evet, bu, işte bu ona söylemem gereken şeydi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder