19 Nisan 2015 Pazar

Nasıl düzelecek bendeki havalar?

Comme la vie est lente
Et comme l’Espérance est violente
"Hayat ne kadar ağır
Ve umut ne kadar şiddetli"

 ("Le Pont Mirabeau"- Guillaume Apollinaire) 

Bu yazıyı, "Suya yazı yazsan okurum" diyen o özel insana, "Yazılarını özledim" diyen bütün sevgili okurlarıma ve bu akşam otobüs yolculuğuna çıkacak olan çok kıymetli arkadaşım H.ya armağan ediyorum. Lütfen kabul buyurunuz.

(Dikkat! Bu yazı eser miktarda Fransızca ve keder içerebilir. Hatta içeriyor da galiba.)


Bir süredir kendimi pek de iyi hissetmiyorum. Sanırım bunu söyledim diye suçlu sayılmam, değil mi? Sonuçta her insan zaman zaman kendini pek de iyi hissetmeyebilir. Bazı insanların pek de iyi hissetmemeleri biraz uzun sürebilir. Ve yine bazı insanların pek de iyi hissetmemeleri yavaş yavaş kendini berbat hissetmeye dönüşebilir. Hayat bu, her an her şey olabilir.

Yine bana dönecek olursak, kendimi bir süredir iyi hissetmiyorum. Bunun nedenleri hakkında konuşabiliriz, hatta size bu durumun başlangıç tarihini bile verebilirim ama işte adımız çıkmış “drama queen” (ilgili çekmeye çalışan TİP) diye, çekiniyorum biraz. Ancak sonuçta burası benim “daha fazla içimde tutamadığım duygucuk ve düşünceciklerimi ifade edebildiğim yegâne yer”, bu nedenle de Allah’ın bildiğini sevgili bloğumdan ve dahi burayı okuyan değerli insanlardan saklamayacak ve ağzıma ne geliyorsa diyemesem de klavyelerime ne dökülüyorsa yazacağım, arz ederim.

2015 bana pek de uğurlu gelmedi arkadaşlar. “Yıl olmuş 2015, sen hâlâ yok uğur, yok şans, yok yıldızlar, yok iç ses falan diyorsun!” diye üzerime gelmeyin; içimden geçenleri yazacağım dedim, içimden de bu cümleyi yazmak geçti, NE YAPABİLİRİM? (Tamam, ne bağırıyorsun?) 2015 yılı ile yıldızım, bu sevgili yıl başladığından beri bir türlü barışmadı işte. Oysa 2014 öyle bir yıl mıydı? 2015, bu sana yakıştı mı? (Ben sana ne yaptım? Hakkında ileri geri mi konuştum? Bilakis bütün umutlarım seninleydi, ey gaddar 2015! Demeden de geçmeyelim.) 2014, benim için nasıl daha gelmeden önce güzelliklerle başlayan bir yılsa; 2015 ise aksine daha gelmeden tehlike çanlarını gümbür gümbür mü desem zangır zangır mı desem, işte kısacası büyük bir gürültüyle çalarak gelen bir yıl oldu. Geldiğinden beri de maşallah suratıma tokatlarını sevecenlikle aşk etmeyi hiç ihmal etmedi. Karşılıklı huylanmalarımız, bakın ay olmuş nisanın sonu, şu zamana kadar da inatla devam etti. Zaten tek senelerle (yani 2011’dir, 2013’tür falan) aram çok iyi değildir; şimdi “şu batıl inançları bırak artık!” demeyin bana çünkü BIRAKAMIYORUM! Aramızda kalsın galiba bırakmak da istemiyorum.

İşte bu zorlu yılın başından beri dinlediğim bir şarkı var. Bu şarkıya geçmeden önce, şarkılarla olan ilişkimden de biraz bahsetmek isterim. Benimle az buçuk münasebeti olmuş her insan evladı bilir ki, Pınar 10 cümlesinden birinde bir şarkıdan alıntı yapmamışsa… Düşünemediniz değil mi? Evet, çünkü Pınar her 10 cümlesinden birinde illa ki bir şarkıdan alıntı yapar. Şarkılarla düşünür, şarkılarla hisseder, her duruma uygun bir şarkı bulamazsa rahat edemez, uykuları kaçar falan… Sözün özü, beni bu şarkılar mahvetti arkadaşlar. (Buraya hemen Zeki Müren’den Ah Bu Şarkıların Gözü Kör Olsun gelsin.) Ama nasıl ki batıl inançlarım olmadan duramıyorsam, şarkılarsız da duramıyorum. Üstelik de şarkı yelpazem o denli geniş ki, Zeki Müren’den Orhan Gencebay’a, Fall Out Boys’tan Radio Head’e, Sebastian Bach’tan Cimilli İbo’ya değin herkesi ve her şeyi dinleyebilir ve söyleyebilirim! Yaşadığım sarsıcı bir hayal kırıklığının ardından A Perfect Circle’ın Passive şarkısını dinledikten kısa bir zaman sonra kendimi Rober Hatemo’dan PabucumunDünyasını dinlerken bulabilirim! (SendenÇok Var da hiç fena şarkı değildir hani.) Kendimi kötü hissettiğimde Radio Head’e, iyi hissetiğimde ise Muse’a sardırırım. İncitildiğimde Tarkan’ın Unutmamalısını dinlerim. Sevip de sevilmediğimde İbo’nun Bir Kulunu Çok Sevdim♫i ile başlayıp Artık Sevmeyeceğime giden upuzun bir şarkı listem olur. (Yine de severim, o ayrı.) Ders çalışırken Bach, Chopin, Liszt falan dinliyorken, birdenbire One Direction’a geçiş yapabilirim! (Hatta Cimilli bile dinliyor olabilirim!) Bir de öfkeli ve ergenus anlarımda muhakkak bi’ Linkin Park dinlerim. Hatta övünmek gibi olmasın, Numb şarkısını da şahane söylerim. Ve şu sıra da *sıkı durun, bombayı patlatıyorum!* Selena Gomez’den The Heart Wants What It Wantsı dinliyorum, çünkü işte olmasını istediğim birkaç şey var; ancak sadece istiyorum. Yani, olmaları için en ufak bir şey yapmıyorum. Gönül ferman dinlemiyor diyor ya Selena bacımız, işte benim de kalbim istemekten vazgeçmiyor ama bir şey de yapmıyor da KONUMUZ BU DEĞİLDİ Kİ! Size 2015’e beş kala keşfettiğim şarkıyı anlatacaktım. Fransızca dersinde yapacağımız karaoke için şarkı bakınırken, aslında çok meşhur olan ancak benim her nasılsa o zamana kadar hiç denk gelmediğim Sympathique şarkısı karşıma çıkıverdi. İlk dinleyişte tutkunu olduğum bu şarkıyı 2015’in başından beri dinliyor, dinlemekle de kalmıyor A1 seviyesinde olduğu bile tartışmaya açık olan Fransızcama bakmadan hunharca söylüyorum efendim. Şimdi bu şahane şarkının sözlerinden giderek son zamanlardaki hissiyatımı anlatacağım, kemerlerinizi bağlayın başlıyorum

(Şarkının çevirisini genel anlamda şu siteden aldım. Yalnız kendim de aşırı yorumlamalar, sersem sepelek eklemeler yaptım. Zaten amacım birebir çeviri yapmak da değildi. Şarkının aslını anlamak için siteye bakabilirsiniz, iyi olur bence.)