Şarkılarda ayrılık, şarkılarda üzüldük"
Ah Bu Şarkıların Gözü Kör Olsun, Şahin Çandır (güfte)
"Benden okumak için kitap önermemi isteyenlerin kalbimi
de istediklerini sanıyordum, hala öyle !" demiş Bizim Büyük
Çaresizliğimiz'in Ender'i. Bu durumun aynısı benim için şarkılarda geçerli. Ne
zaman birisine bir şarkı önerecek olsam ya da bir yerde -Twitter ve Facebook
denilen melanet ortamlarda- bir şarkı paylaşasım gelse, bir şeyler beni
frenliyor. Doğrusu ben bu durumu önceleri pek de paylaşımcı olmayan sinir
bozucu karakterime vermiştim fakat üzerine biraz düşününce anladım ki,
paylaşmayı istemediğim şey sevdiğim şarkılar değil gizlediğim duygularım imiş.
Şarkıların hayatımızdaki yeri tartışılmaz. Seneler geçtikçe,
anılar çoğaldıkça, bir şeyler kaybedildikçe daha da anlam kazanır olur
şarkılar. Hele ki benim hayatımda, şarkıların belki de gerekenden çok daha
büyük bir yere sahip olduğunu bilseniz şaşırdınız bence. "Aşırı duygusallığın bünyeye başlıca zararları"ndan
biri de ne yazık ki bu, gel gör ki "şarkılarda düşünmek seni bana getirmez
ki!"
İşte özellikle duygusallığın ve yalnızlığın dibine vurduğum
şu sıralar (öyle olmadığım bir zaman varmış gibi konuşarak sizleri yanılttığım için
özür dilerim) şarkılar benim bir parçam oldu sanki, bir dost gibi, bir yoldaş
gibi, bir sevgili, bir evcil hayvan, balkondaki çiçek, fincandaki çay gibi.
Apayrı bir şey oldu işte. Bu nedenle de, birileri o şarkıları dinlediklerinde
kalbimi de okuyorlarmış gibi hissediyorum. Sanki o şarkıyı dinlerken benim ne
düşündüğümü anlayacak, o şarkının hangi anıyı, hangi olayı, hangi kişiyi
çağrıştırdığını öğrenecekmiş korkusunu yaşıyorum. Mesela o şarkıyı gecenin bir
yarısı dinleyip de uyumadığımı, ötekini 2.03'e kadar geri sarıp tekrar tekrar
dinlediğimi, bir diğerinde geçen bir sözü tekrar duyabilmek için şarkıyı en
baştan defalarca kez dinlediğimi bileceklermişçesine bir endişe içerisindeyim.
Ya da işte şu şarkıyı dinlerken nasıl da kafamı masaya gömdüğümü, bir diğerinde
nasıl yalnız başıma ağladığımı, bir ötekini dinlerken nasıl sıkılıp da kalkıp
gidemediğimi görecekler inancını taşıyorum. O duyguları bilmesinler istiyorum.
Sakladığım şeyleri görmesinler istiyorum.
Oysaki şu yaptığım düpedüz "manyaklık", farkındayım.
Öncelikle, millete ne senin saçma sapan duygularından, anılarından,
sırlarından? Sanki devlet sırrı taşıyorsun? Sanki Ferhat oldun dağları
deliyorsun? Sanki 1000 yıllık geçmişin var da tarihe adını altın harflerle
yazdırıyorsun? Nedir yani bu, kendini dünyanın merkezine koymak değildir de? İş
olsun. İkincisi, şarkılar, şiirler, kitaplar herkesin onlara yüklediği anlamlar
kadardır, kişiye özeldir yani. Sen şu şarkıyı çok seversin, çünkü bilmem nesi
sana bilmem kimi hatırlatır fakat o "tırt" şarkı kimseye yaranamaz.
Ya da biri müzikalitesinden, sözlerin derin anlamından, enstrümantal
zenginlikten filan söz eder, o şarkının ne kadar büyük bir eser olduğunu söyler
de sana hiçbir anlam ifade etmez. Bu işler böyledir, herkes bir şeylere anlam
yükler, bazıları bir şeylere çok daha fazla anlam yükler.
Böyle dedim yazdım çizdim ama içimden bir ses saklamaktan
ziyade anlaşılamamaktan ya da daha kötüsü yanlış anlaşılmaktan korktuğumu
söylüyor. O kadarını bilemeyeceğim ama "benim ketumluğa meyyalim vallahi dertten!"
der, kendimi şiirlere, şarkılara vururum.
Ve zor da olsa bir şarkıyı paylaşmadan buradan geçemem.
Şarkıların da gözü kör olmasın ayrıca.