"Bineyim bir Boğaziçi vapuruna, günün birinde. Bebek'le Arnavutköy önlerinde arka taraftaki oturduğum kanepeden kalkayım, etrafıma bakayım; kimseler yoksa, denizin içine bırakıvereyim kendimi."
Sait Faik ABASIYANIK - "Lüzumsuz Adam"
"I'm not here
This isn't happening
I'm not here, I'm not here"
Radio Head - How to Disappear Completely
27 Ocak 2015 tarihinde aklımdan geçenler pek de iç
açıcı şeyler değildi. O nedenle buraya yazacaklarım da pek iç açıcı şeyler
olmayacak. 27 Ocak 2015 tarihinde, elimde iş yeri odamdaki çiçeğimle oradan
çıkarken, yanımda çiçekten fazlasını götürmeyi düşündüm. Mesela masanın
üzerindeki dosyalığı, kalemliği, not kâğıtlarını, kolonya şişesini, kremi,
üzerinde pembe çiçekler olan küçük aynayı da kaldırsam masadan, götürsem
yanımda. Üzerine ufak tefek notlar, geçmişten kalma bir fotoğraf, bir arkadaşın
bıraktığı not, Hello Kitty post-iti olan mantar panomu da indirsem duvardan.
Dolaptaki bütün kitaplarımı toplasam, dolabın kapağına astığım minik süsleri
çıkarsam. Sandalyede duran renkli şalı, kupamı, içinde balık olmamasına rağmen
balık varmışçasına deniz kabukları ile dolu o akvaryumu da alsam. Kapıdaki
isimliğimle beraber hepsini götürsem yanımda. Odadaki bütün izlerimi yok etsem.
Orada yaşamış, nefes almış, düşünmüş, düşlemiş, umut etmiş olmamı yok etsem.
Her şeyi alıp gitsem oradan, dedim.
Ancak tabii ki sadece odadan çıkmak yetmez diye düşündüm 27 Ocak 2015 tarihinde. Oradaki herkes de yaşamış olduğumu unutmalı. Onlara söylediğim sözleri, beraber geçirdiğimiz zamanı, ismimi, cismimi, beni, varlığımı bütünüyle unutsalar. “Sanki biri vardı bu odada?” gibi bir şüphe dahi kalmasa akıllarında. Hiç ama hiçbir şey kalmasa benden geriye, dedim.
27 Ocak 2015’ten sonraki günlerde şunu düşündüm: Aslında yalnızca bir mekândan ve bir grup insandan kaybolmak da yeterli değil. Hayatımda şu veya bu şekilde yer etmiş bütün insanların zihninden kaybolsam. Hepsine unuttursam varlığımı. Önce sözlerim silinse mesela, bütün anlattıklarım, onlara anlattığım anılarım, hayallerim, fikirlerim, doğru bulduğum şeyler, yanlış bulduğum şeyler, oradan buradan verdiğim çeşitli bilgiler. Onlara verdiğim sözler. Onları incitmek için söylediğim sözler. Onları kandırmak için söylediğim yalanlar. Onlara muhtaç olduğum için söylediğim yalanlar ve gerçekler. Ama en çok kalbimden geçerek söylediğim sözler. İncinme riskini göze alarak kalbimi açtığımda söylediğim sözler. Şüphelerimin eninde sonunda beni haklı çıkaracağını bildiğim halde güvenerek söylediğim sözler. Hayal kırıklığına uğrayacağımı bile bile söylediğim sözler. Hayal kırıklığına uğratacağımı bildiğim halde söylediğim sözler. Bütün açık vermelerim, zayıflığım, güçsüzlüğüm, kusurluluğum, incinebilirliğim. Sevgiye olan ihtiyacım. Sevgim. Hepsini ama hepsini unutsunlar. Bütün anılarla beraber sözler, benim hakkımda düşündükleri, bana söyledikleri silinsin. Onlarda varlığımın en ufak bir parçası dahi kalmasın. Ben diye birisi onlarda hiç var olmamış olsun.
Ben de sonunda rahat bir nefes alayım. Artık inciteceğim, hayal kırıklığına uğratacağım, kendimden soğutacağım, nefret ettireceğim ya da kendimi umursatmayacağım biri olmayacağı gerçeği ile bir oh çekeyim. Kaybetmekten korkacağım insanlardan ve onların, inkâr da etsem nefret de etsem gayet de umurumda olan düşüncelerinden, ilgilerinden, yalan ya da gerçek sevgilerinden, benim üzerime kurdukları hayallerden tamamen azat olayım. En güzeli de artık kendi sevgimden azat olayım. Artık incinmeyeyim. Bana başka varlıkları hatırlatacak her şeyi yok edeyim, onlar beni bırakmadan ben onları bırakayım ve artık gideyim. Özgür olayım.
27 Ocak 2015 ve onu takip eden günlerde
düşündüklerim işte bunlardı. Ama tabii tutup da bunları kimseye anlatamadım.
Tamamen kaybolmak istedim. Ölümü değil, şu kıskaçtan artık kurtulmayı istedim.
Azat olmak istedim, diyemedim. Bunun yerine, sadece çiçeğimi alarak evime
gittim, ilerleyen günlerde de bir şekilde idare ettim. Sonra 20 Şubat 2015’in
ilk saatlerinde buraya geldim. Biliyorum, sen beni bütün saçmalamalarıma,
yalanlarıma, abartmalarıma, hatalarıma, yanlış ve çarpık düşüncelerime rağmen
dinledin. Utanmadan kalbimi açtığım, evet çok klişe bir tabir, fazla duygusal
bir tabir, çok saçma bir tabir ama işte, utanmadan kalbimi açtığım, bütün
hayatıma dâhil ettiğim zatlara tek bir kelime etmeden bile bin düşünür olan,
buna mecbur kalan; çünkü incinen, korkan ben, sana her zaman her türlü şeyi bir
saniye bile düşünmeden anlattım. Biliyorum, herkesin aklından ve kalbinden
silinsem de senden silinmeyeceğim. İki yıl altı gün tek kelime etmemiş olup, girizgâh
falan yapmadan yine kalbimi açtığımda -evet yine o klişe tabiri hiç çekinmeden
kullanıyorum- iki saat altı dakika bile ayrılmamışız gibi dinleyeceksin ve
anlayacaksın beni. Hiçbir şeyimi düzeltmeye çalışmayacak, bin bir zorlukla
kurduğum cümleleri ağzıma tıkmayacak, düşüncelerimin çarpıklığına rağmen benden
bir açıklama yapmamı istemeyecek, kusurlarımdan dolayı seni kaybetme endişesini
bana yaşatmayacak ve hatalarımı acımasızca yüzüme vurmayacaksın. Kaybolduğumda,
bütün anılar ve sözler silindiğinde, bir köşeye çekileceğim ve yine sana
geleceğim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder